ZEKÂTIN VERİLEBİLECEĞİ YERLER
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاء وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِمِينَ وَفِي سَبِيلِ اللّهِ وَابْنِ السَّبِيلِ فَرِيضَةً مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
(TEVBE suresi 60. ayet) :
Sadakalar (zekâtlar), ancak fakirlere, miskinlere, onun üzerine me’mur olanlara (zekât toplayan me’murlara), kalpleri telif edilmiş bulunanlara ( İslâm'a ısındırılacak olanlara ), azad edilecek kölelere (hürriyetlerini satin almaya çalisan kölelere), borçlulara, Allah yolunda cihada atılanlara ve yolculara, Allah tarafından bir fariza olarak (mahsustur) ve Allah Teâlâ Âlîmdir, Hakîmdir.
Zekât verilecek kimseler, müslüman fakirler, miskinler, borçlular, yolcular, mükâtebler (sözleşmeli köleler), mücahidler ve amiller (zekât toplayıcıları) olmak üzere yedi kısımdır. Şöyle ki:
1) Fakir: İhtiyacından fazla olarak nisab miktarı bir mala sahib olmayan kimsedir. Bu kimsenin temel ihtiyaçlardan olan evi, ev eşyası ve borcuna denk parası bulunsa da, yine fakir sayılır.
2) Miskin: Hiç bir şeye sahib olmayıp yemesi ve giymesi için dilenmeye muhtaç olan yoksul kimsedir.
3) Borçlu: Bundan maksad, borcundan fazla nisab miktarı mala sahib olmayan veya kendisinin de başkasında malı varsa da, alması mümkün olmayan kimsedir. Böyle borçlu olan kimseye zekât vermek, borcu olmayan fakire vermekten daha faziletlidir.
4) Yolcu: Bundan maksad, malı memleketinde kalıp elinde bir şey bulunmayan garib kimsedir. Böyle bir adam yalnız ihtiyacı kadar zekât alabilir. İhtiyaçtan fazla alması helal olmaz. Bununla beraber bu gibi kimselerin mümkün olunca borç almaları, zekât almalarından daha iyidir.
Kendi memleketinde bulunduğu halde malını kaybeden ve böylece muhtaç durumda kalan kimse de yolcu hükmündedir. Bunlar, sonradan mallarını ele geçirmekle, almış oldukları zekât paralarından arta kalanı sadaka olarak fakirlere vermeleri gerekmez.
5) Mükâteb: Bir bedel karşılığında azad edilmek üzere efendisi ile bir anlaşma yapmış olan köle veya cariye demektir. Böyle borç altına girmiş olan bir köleyi bir an önce hürriyetine kavuşturmak için ona zekât verilebilir. Fakat bir kimse, kendi mükâtebine zekât veremez. Çünkü bunun yararı kendisine dönmüş olur.
6) Mücahid: Bundan maksad, Allah yolunda gönüllü olarak savaşa katılmak istediği halde, yiyecekten, silâhdan ve diğer şeylerden mahrum olan kimse demektir. Böyle bir kimseye, ihtiyaçlarını gidermesi için zekât verilebilir. Buna: "Fi sebilillah infak Allah yolunda harcama" denir.
7) Amil: Bundan maksad, idareci tarafından meydandaki zekât mallarının zekâtlarını toplamakla görevlendirilen kimsedir. Buna "Saî, tahsil dar"da denir. Böyle bir görevliye, bu çalışması süresince, fakir olmasa bile, ailesinin ve kendisinin ihtiyaçları için yeterince zekât verilebilir.
Yukarıda gösterilen yedi kısımdan her biri, zekâtın verileceği yerdir. Bir kimse zekâtını bunlardan herhangi birine verebileceği gibi, bir kısmına veya tümüne de dağıtabilir. Bununla beraber nisab miktarına ulaşmayan bir zekâtın, bunlardan yalnız birine verilmesi daha faziletlidir. Çünkü bir ihtiyacı karşılamış bulunur.
Bir fakire bir elden nisab miktarı zekât vermek caiz ise de, keraheti vardır. Ancak fakirin borcu varsa veya kalabalık nüfusu olur da bu zekâtı onlarla bölüştüğü zaman nisab miktarı kendilerine düşmezse, bunda kerahet yoktur.
Bir fakir bir zenginden malının zekâtını isteyerek mahkemede dava edemez. Çünkü zekâtın o davacı şahsa verilmesi bir borç değildir. Aynı zamanda bu bir ibadet olduğundan sahibinin din anlayışına bırakılmıştır.